Hiçbir bağı yoktur. Sanat eseri bir iletişim aracı değildir. Sanat eserinin iletişimle işi olmaz. Sanat eseri en ufak enformasyon kırıntısı bile içermez. Buna karşılık, sanat eseriyle direnme eylemi arasında temel bir yakınlık var. Evet, işte tam da burada, sanat eserinin direnme eylemi olarak enformasyon ve iletişimle bir meselesi olur. Direnen insanların sanatla en ufak bir bağ kurabilmek için ne yeterli zamanları ne de kültürleri olmamasına karşın, bir sanat eseriyle direnme eylemi arasındaki bu gizemli bağ nereden geliyor? Bilmiyorum.”
Gilles DELEUZE[1]
Yaratama Eylemi Nedir?
Sanatçı ürettiği eserin izleyici üzerindeki kesin etkisine karar veremez. Bir resimde yada heykelde “şu” anlatıldı ve anlatılandan başkaca bir sonuç çıkarılmamalı gibi yargılı bir eser üretemez. Bu durum sanat kapsamının dışında her alan için kullanılabilir; askeri, politik, dini, ekonomik, vs. Sanat, sanat dışı kalan bütün alanlara bulaşarak onların içeriğini oluşturan katı nedenleri sıradan insana makul gösterebilmiştir. Bu onun hem negatif, hem de pozitif yönüdür. Negatif yönüdür çünkü; kitleselleştikçe dogmatik olana hizmet eder duruma gelmiştir. Pozitif yönüdür, bireyin zayıf gücüne direnç katmıştır. Ancak sanatın hiçbir zaman realiteyi değiştirmeye de gücü yetmemiştir. O’na belki de insanlığın her zaman taze duran belleği demek daha doğru olabilir. Sanata bakarak insanın insan oluşu bir kez daha düşünülebilir hale gelmiştir.
Sanat ve hayat arasındaki derin uçurum, modern sanatın ana sorunlarından biridir. Bu uçurum, sanatın ve sanatçının ölümünü (Hegel’ci karşılığı olan sanatın ölümü değil) yada her şeyin sanat, herkesin sanatçı olabileceği bir süreci başlatmıştır. Böylece yatayına gelişen ve okunabilen “sanat” tahayyül edilmiştir.
Sanatın demokratizasyonu, sadece sanat eserine daha kolay ulaşılması ve onu daha geniş kitlelere yaymak için verilen bir uğraş değildir. Burada kapitalist anlayışın bir iktidar mekanizması olarak sanat eserine yüklediği fetişist değerin dışında, başka bir iktidar ilişkisi de bulunmaktadır. Bu, sanatçı ve izleyici arasındaki ikili iktidar ilişkisidir. Sanatçının “egoist” olması hakkıdır. Ancak, insanların sanata olan ilgisiz ve kültürsüzlüğü yüzünden onlara sırtını dönen, yukarıdan bakan tavrı ile kayıtsız kalarak görmezden gelen sanatçının kurduğu bir ikili iktidar ilişkisi vardır. Bu ilişki, sıradan insana, sanat üzerinden sanatsal bir yaşantıyı göstermekten ziyade, izleyiciye kendinin bildik hikayesinden yola çıkma şansı vermeyerek kurduğu bir iktidar ilişkisidir. Kulağa tırmalayıcı gelebilir yada post- post söylemler karşısında tutucu durabilir. Ancak kabaca tartışmak istediğim şudur: hiç de “kiç” olmadan ( ayrıca bir estetik kategori olarak kiç’e karşı değilim...) sıradan insanın düz hayatını kapsayan ancak bu arada sanatın öncü duruşundan da taviz vermeyerek modern, çağdaş yada günceli yakalayan bir sanat eseri olabilir mi? Yani; (sanatçı için) izleyicinin ne anlayıp ne anlamadığı umurunda değil fakat, (sıradan insan için) anlaşılmaz gibi duran bir eser karşısında izleyicinin kendi hikayesini bulabildiği bir eser? Bu soru, belki miadını doldurmuş bir soru olarak da karşımızda durabilir.
Resim 1 Grünewald,Çarmıha Geriliş,1515, Isenheim Sunağından Bir Bölüm
Çağdaş sanatçının Rönesans sanatçısına göre işi çok daha zordur ve gittikçe de zorlaşmaktadır. Her ne kadar aradaki teknolojik birikim bugünün sanatçısının lehine gibi dursa da! Bu yüzyılın sanatçısı görsel bombardıman altında yaşayan sıradan insanı ne kadar etkileyebilir? Sanatçı kendini görünür kılabilmek için yeni çareler de bulmak zorundadır. Neyi, nasıl, niçin, nerede ve kime anlatacağını tek başına organize etmek durumundadır. Endüstri bu sorulara organize ve hemen yanıt verirken sanatçı kaplumbağa hızında kalmaktadır artık. Oysa Rönesans sanatçısının böyle sorunları yoktu. Neyi, nerede, niçin ve kime anlatacağı belliydi. Tek sorun nasıl anlatacağı idi. Bu durum sanatçılar arasındaki farkı doğuruyordu. Üslup, motif yaratma, hüner ve beceri gibi farklarla sanatçı ön plana çıkmaktaydı. Sanatsal problemler taşıyan bu sürecin o dönemin ve bugünün sıradan insanın gündeminde olmaması doğaldır. Ancak dikkate alınması gereken şey sanatın, Rönesans döneminde yaşayan sıradan insanı nasıl yakaladığıdır. Burada İkonografinin ön plana çıktığı görülmektedir. İkonografik eser sayesinde oluşturulan imajla izleyici, kendi hikayesini sonsuz sayıda sanat eserinde yaşayabilme imkanı bulmaktadır. Resmin ikonografiye sokulması sayesindedir ki sıradan insan sanata yaklaşmış, en azından bir dirsek teması kurmuştur. Benzerlik bugün hala batı sanatı için geçerlidir.
Maleviç’in 1920’li yılların başında yaptığı “Haç”ından tutun da, Beuys’un üretimlerinde imza yerine kullandığı “Haç” motifine varıncaya kadar bir çok sanatçının ve sanatsal akımın ikonografik göndermelerle sıradan insana bir “direnme noktası” sağladığı açıktır. Bu bizi sanatsal sorunların sıradan insanı ihmal etmeden başka bir düzlemde tartışıldığı noktaya götürmektedir. Kuramsal olarak, ideolojik, felsefi, psikolojik, antropolojik, vs. sonsuza kadar tartışma alanı yaratabileceğimiz önemli sanatçıların “es geçmediği” bu direnç noktası ikonografidir. Bu sayede en modern, çağdaş, yada güncel sanat eseri sıradan insanla buluşabilmiştir.
Resim 2 Maleviç, Siyah Haç
Maleviç’in 1920’li yılların başında yaptığı “Haç”ından tutun da, Beuys’un üretimlerinde imza yerine kullandığı “Haç” motifine varıncaya kadar bir çok sanatçının ve sanatsal akımın ikonografik göndermelerle sıradan insana bir “direnme noktası” sağladığı açıktır. Bu bizi sanatsal sorunların sıradan insanı ihmal etmeden başka bir düzlemde tartışıldığı noktaya götürmektedir. Kuramsal olarak, ideolojik, felsefi, psikolojik, antropolojik, vs. sonsuza kadar tartışma alanı yaratabileceğimiz önemli sanatçıların “es geçmediği” bu direnç noktası ikonografidir. Bu sayede en modern, çağdaş, yada güncel sanat eseri sıradan insanla buluşabilmiştir.
Resim 2 Maleviç, Siyah Haç
Resim3 Joseph Beuys, Homogeneus Infiltration for Piano
1966
İslam sanatları açısından bakıldığında böylesi bir dayanak noktası bulmak pek mümkün değildir. Elbette İslam sanatının bir ikonografisi olduğundan söz edilecektir. Ancak bir imaj yaratma olarak yaşantıya dahil edilen bir ikonografimiz bulunmamaktadır. Zira, Kur’an ile İncil yada Tevrat arasındaki en önemli fark, Kur’an’nın bir metin olarak diğerlerine göre “şiir”sel tatlar verdiği söylenebilir. İncil ve Tevrat’ın daha hikaye tadında oldukları ve resmedilmeye daha yakın durduklarını da söyleyebiliriz. Bunun üzerine İslamdaki resim ve heykel yasağı da eklendiğinde, Türk sanatı üzerinden sıradan insanın resim ve heykelle kuracağı ilişki ancak geleneksel sanatlara yatkınlığı kadar olacaktır. Burada sanatçı, halı, kilim, hat ve cami gibi geleneksel yaşantının izlerinde dolanarak ikonografik imajlar yaratamaz.
Sanat ve sanatçı arasındaki ikili iktidarda, yaşamın es geçilemez direnme eyleminde, sanatın duruşu bir öz-eleştiri nesnesi olarak kez daha değerlendirilmelidir.
[1] Deleuze,Gilles, İki Konferans: Yaratma Eylemi Nedir? Müzikal Zaman, Çev.:Ulus Baker, Norgunk yay. İst. 2003
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder